Üç Hızır’ın Ülkesi

Başlangıçta Hızırlardan sadece birisini tanıyorduk. Midilli adası fethedildiğinde adaya yerleştirilen Vardar Yeniceli Yakup Aga’nın dört oğlundan birisi olan Hızır’ı… İlyas, Oruç ve İshak adlı kardeşlerin dördüncüsü olan Hızır bundan beş asır önce Akdeniz’in dört bir yanında kıyı köylerini, kasabaları, şehirleri yağmalayan bir korsandı. Gemilerin kalyonların takaların eceli olan bu kızıl sakallı adama Barbaros diyorlardı. Kader onu Cezayir diyarına Beylerbeyi yaptı. Hatırasının bir kısmı İstanbul’da, diğer kısmı denizin ötesinde bir şehirde kaldı.

Onun izini sürmek üzere çıktık yola. Üç saatlik bir uçak yolculuğundan sonra bizim Bodrum’umuzun, Antalya’mızın havasını andıran bir rüzgarla selamladı bizi onun ülkesi. Mihmandarlarımız önümüze düşüp bizi tek estetiği kemerli pencerelerden ibaret çoğu sarı cepheli çirkin binaların önünden geçirdi. Artık kimselerin Cezayir demediği Alceyr’in sokaklarına girdik. Zamanın gerisine savurdu bizi bu yolculuk. Tıpkı on on beş yıl önceki Türkiye’deydik. Adını koyamadığımız bir eksiklik bize bu duyguyu yaşatan. Sokaklardaki arabalar mı desem, her köşe başını tutmuş seyyar satıcılar mı desem. Bilmem neden on beş yıl öncesine gitmiştik işte.

Bizim adına Cezayir dediğimiz ülkenin başkenti Cezayir. Adını limanın önündeki küçücük bir adadan alıyor. Malum Cezire Arapça ada anlamına geliyor. Biz olsak Hayırsız ada derdik buraya. Kıyının hemen karşısında çıplak bir taşlıktan ibaret bu adanın üzerinde eski bir İspanyol yapısı bina var. İşte Cezayir’in tüm kaderi bu binanın öyküsünde saklı.

Kahverengi kaplı eski tarih kitapları bu küçük adanın şehre isim verdiğini, şehrin de Türkiye’nin üç katı büyüklüğündeki bu kocaman ülkenin ismini belirlediğini yazıyor. Bu koca kıta bu küçük adanın adıyla anılıyor, bu küçük adaya hakim olan uçsuz bucaksız bir coğrafyayı da elinde tutuyor. O nedenle anlatacağımız öykü biraz da bu küçük adanın öyküsü aslında.

Ada Kartacalılardan beri önemli bir kara parçası. Geniş bir koy bu ada sayesinde kontrol edilebiliyor. Gemiler bu adayı kerteriz alıp limana yaklaşıyor, limandan ayrılanlar en son bu adayı selamlıyor.

Bilinen o ki adanın üzerindeki binayı İspanyollar yapmış. On dört yıl boyunca bu adaya hakimiyetleri sayesinde denizleri haraca kesen İspanyolların elinden bu binayı Hızır Reis almış ve ada ile kıyının arasını doldurmuş. Bu fetih, bir ülkenin fethi anlamına geliyor aynı zamanda. Bu tarihten itibaren adanın civarında bir Türk şehri kurulmuş. Adına da Cezayir denmiş. Ardından Rumeli ve Anadolu’dan toplanan gençlerle hızlı bir şekilde çoğalan Türkler şehrin yüksekçe bir yerinde kasabalarını kurmuşlar. Bu bölge bugün de Kasba adıyla bilinen ve farklı dokusuyla Türk döneminin hatırasını koruyan bir yerleşim yeri.

Cezayir’in kaderi Kuzey Afrika’nın kaderinden ayrı değil. Burası da siyah kıtanın tüm Akdeniz kıyıları gibi tarih boyunca başka halkların idare ettiği bir yer olmuş. Kahire’ye köleler hükmetmiş, Cezayir’e korsanlar. Nelerin değişip nelerin değişmediği tartışmaya açık.

Üç asır boyunca sürekli Anadolu’dan kabına sığmaz serdengeçti gençlerin akınına uğrayan Cezayir’de bu dönemin izleri hala çok belirgin. Nüfusu kırk milyona dayanmış bulunan Cezayir’de bir milyona yakın insan kendisini Türk kökenli, daha doğrusu Osmanlı kökenli olarak tanımlıyor. Sorduğunuz zaman bir tek Türkçe kelime bilmediğini söyleyen insanlar günlük yaşamlarında farkında olmadan bir çok Türkçe kelime kullanıyorlar. En meşhur yemekleri ‘çevirme’, tatlıları kadayıf, postanenin bulunduğu semtin adı Sirkeci, mahalle adları Şeraga, Deli İbrahim, Pir Recep, Bayır, Kasaba… Çeşitli tavırları Osmanlılık olarak adlandırıyorlar. Onlara göre centilmen bir erkek Osmanlı gibi, şahsiyetli bir kadını tanımlarken Osmanlı kadını diyorlar, eyvallahsız delikanlılığı da Osmanlı çocuğu olmak şeklinde niteliyorlar.

İşte burada ikinci Hızır öykümüze girmeli. Yerel söyleyişe göre Idir… Bizi havaalanında karşılayan mihmandarlardan birisi o. Kızıl saçları, kızıl çehresiyle herhangi bir korsan filminde tayfalardan herhangi birini oynamaya uygun bir fiziğe sahip. Karşılaştığımız tüm Cezayirliler gibi Fransızca konuşmayı tercih eden, bununla birlikte İngilizce, kitabi Arapça ve tamamen farklı bir dil sayılabilecek Mağrip Arapçası’nın yanında Berberi diline de vakıf bir genç Idir.

Ancak bir korsan torunu onun kadar çeşitli etnisitelerle akraba olabilir. Idir Berberileşmiş bir Osmanlı ailesine mensup. Ailesindeki kadınlar Arap yahut Berberi. Büyükannesi Alman, annesi ise Çek. Onun hem fiziğinde hem de tavırlarında bu farklılıkların tümünü görmek mümkün. ‘Ben Cezayir’im!’ diyor Idir. ‘Bizden sürekli alan fakat hiçbir şey vermeyen iki yüz yıllık bir sömürgeciliğin, ve onun uzantısı sayılabilecek bir iç savaşın yıprattığı ülkemin geleceğinden sorumluyum hepsi bu.’

Terör Cezayir’e Türkiye’den görüldüğünden daha çok zarar vermiş. 1990 yılında sandıktan halkın tercihi olarak çıkan FIS karşısında demokrasinin kendisini savunma mekanizmasını kullanması her aileden bir cana mal olmuş. Faili meçhul cinayetlerin acısıyla dolu her yer. Salt iktidar mücadelesi yaşanmamış bu dönemde, taraflar birikmiş bütün öfkeyi şiddete dönüştürmüş. Kimin kimi öldürdüğü hala muamma.

Bu kirli savaşın acıları insanların hafızasında henüz taze. Tüm Cezayir, farklılıkların bir arada barış içinde yaşadığı Türkiye’yi örnek alıyor. İnancın her çeşidi, rengin her türlüsü Cezayir’de yan yana. Fakat yine de insanların birbirine karşı çekinceleri olduğu belli.

. . .

1830 yılının Temmuz’unda Cezayir Fransızlar tarafından işgal edilmiş ve bu tarihten itibaren hemen hemen kendi kaderiyle baş başa bırakılmış. Fransızlar kısa süre içinde adanın karşısındaki kıyı boyunca yalılar halinde uzanan Türk evlerini yıkıp yerine Fransız stili binalar yapmışlar. Asıl Türk yerleşimi olan Kasba’nın ele geçirilmesi ise yıllar sürmüş. Birbirine bitişik evlerden oluşan bu mahalleyi ele geçirmek Fransızlar için bir kaleyi ele geçirmekten daha zor olmuş. Tüm şehir ahalisi bir binadan diğerine geçerek sömürgecilerle mücadele etmişler.

Emir Abdülkadir bu işgale karşı direnişi örgütleyen isim. Cezayir’in en merkezi yerinde bu büyük direnişçinin heykeli var. Sufi gelenekten gelen Emir Abdülkadir babasıyla birlikte Hac görevini yerine getirmek üzere gittiği Mekke’de aynı dönemde Rus işgaline karşı koyan Kafkasya’nın direniş önderi Dargo’lu Şamil’le karşılaşır ve dünyanın bilinen ilk gerilla savaşının önderliğini iki farklı coğrafyada üstlenirler.

Emir Abdülkadir, Cezayir için işgalcilere direnen bir komutan olmanın ötesinde anlamlar taşıyor. Cezayir onun döneminde milli kimliğini bulmaya başlıyor. O güne değin birbiriyle mücadele halindeki Berberi kabileleri, Araplar ve Osmanlı kalıntısı aileler arasında Cezayirlilik kimliğiyle ilk bir araya geliş bu döneme rastlıyor. Bu dönemde para basılıyor, düzenli ordu kuruluyor ve dış dünyayla diplomatik ilişkiye geçiliyor.

Bu büyük direnişçinin kaderi, dava arkadaşı Şamil’in kaderiyle pek örtüşüyor. 1847 yılında çaresiz kalıp Fransızlara teslim oluşu, Fransızlar tarafından onurlu bir rakip olarak karşılanışı, Osmanlı ülkesine yerleşmesine izin verilişi Şamil’in serencamını andıran hatıralar. Bu iki büyük insan Hac’da bu kez yenilgiye uğramış iki ulusun önderleri sıfatıyla karşılaşıyorlar. Emir Abdülkadir’in onurlu hayatı 1883 yılında Şam’da sona eriyor. Şam yakınlarındaki Demr köyündeki kabri Cezayir’in bağımsızlığına kavuşmasının ardından anayurduna naklediliyor.

. . .

Kıyıya paralel dağların Akdeniz’e bakan yamaçları ile güneyi arasında iki farklı dünya var aslında. Ülke nüfusunun büyük kısmı denizle Atlas Dağlarının arasındaki kıyı bölgesinde yaşıyor. Cezayir, Oran, Konstantin gibi önemli yerleşim yerleri burada. Bu iki bölgedeki etnik yapı da birbirinden oldukça farklı. Kıyı Endülüslülerin torunları, Araplar, Türkler ve diğer Akdeniz halklarının karışımından oluşurken dağlar ve dağların güneyindeki uçsuz bucaksız sahra çölü Berberilerin ve Tuaregler’in yaşam alanı. Cezayir halkının ulus algısı büyük ölçüde Fransızların etkisiyle şekillenmiş. Kendilerini Arap ulusuna mensup görmedikleri gibi Araplığı bir ulusal aidiyet olarak da değerlendirmiyorlar. Birlikte yaşama iradesini temel alan bir ulus anlayışları var. Kendilerini Cezayirli olarak kabul ediyorlar. Uluslarının adı da başkentin önündeki küçük kayalık adanın adıyla aynı.

Bunun yanında Berberiler özgürlüğe düşkünlükleri, her türlü otoriteyi reddedişleriyle tanınıyorlar. Düzensiz olan her şey Berberilik olarak adlandırılıyor. Başkente ve önündeki küçük adaya hakim olan kim olursa olsun Berberiler, çölde dedelerinden gördükleri tarzda bildiklerince yaşamaya devam ediyor. Hele daha iç bölgelerde yaşayan Tuareg adlı halk için kanlı savaşların ardından belirlenen sınırlar hiçbir anlam ifade etmiyor. Onlar kah Cezayir, kah Moritanya, kah Mali arasında dolaşan kontrolsüz bir halk.

Kabiller, Cezayir’deki en farklı Berberi topluluklarından biri. En önemli Kabil yerleşim yeri olan Tzi Ouzu, iki meyhanenin arasında ancak bir başka meyhanenin olduğu şehir olarak adlandırılıyor. Kabiller ticari kabiliyetleriyle Cezayir’de önemli bir yer edinmişler. Onların adını dünyaya duyuran ise bir başka Idir… Endülüs’ten Türkiye’ye kadar Akdeniz’in tüm ezgilerini Arap ahengiyle harmanlayan, gözlerinizi kapadığınızda sizi karanlık çöllere götüren büyülü bir müziğin icracısı Idir. Sadece Cezayir’e değil, tüm dünyaya çöl ezgileriyle seslenen Idir’in müziğinde çölün tüm geçmişi, Cezayir’in tüm renkleri saklı. Idir’i dinlemek Afrika’yı dinlemek, Idir’i dinlemek Hanibal’i, Barbaros’u, Emir Abdülkadir’i dinlemek.

Üç Hızır’ın Ülkesi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön