Evimizin Son Günleri

Evimizin bitişiğindeki cezaevinin yerine adliye, karşıdaki Osmanlı Mezarlığının yerine Belediye binası yapılınca çok fazla zamanımızın kalmadığını anlamıştık. Bir zamanlar önünde “ Silivrimize Hoş Geldiniz ” tabelası asılı olan, şehre yeni girenleri şirin çehresiyle selamlayan evimiz artık kocaman kamu binalarının arasında garip kalmış, müteahhitlerin iştahını kabartır olmuştu.

Önce yanıbaşımızdaki çıkmazı yok ettiler. Dut, iğde ve incir ağaçlarının gölgelediği o tatlı boşluğun yerine adliye otoparkının girişi olan teraslı yol yapıldı. Bir yanımız çökertilmişti. Bahçe duvarını içeri almamızı istediler, asma, hatmi ve gül ağaçları birkaç saat içinde ortadan kalktı. Evin alt katı kaldırım seviyesine düştü neredeyse. Duvarı yükseltmek, kesilen ağaçların yerine kocaman saksılar koymak eski manzarayı sağlamadı.

Başlangıçta yüzde otuzdan açılan müteahhit teklifleri yüzde elliye kadar çıktı. Alt kata yapılacak olan dükkanı almaktan bile vazgeçtiler. Teklif yükseldikçe dayanma gücümüz azaldı. Kıştan önce çatıyı, olukları tamir etmek gerek, iki yıldır budanmayan sarmaşıklar kesilip düzeltilecek, alt kata yalıtım yapılacak üst katın balkon kapısı değiştirilecek. Bunların hepsi masraf… hem ne yaparsak yapalım hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Her şeyin bir zevali var ya, şehrin en güzel birkaç yapısından biri olan bu sevimli evin zevali konusunda da karar verildi.

Yaşam ünitesine bağlı bir yakınımızın fişinin çekilmesine karar verir gibi zor oldu evet demek. İki kız kardeş gitgide artan masrafların altından daha kolay kalkmakla yadigarı korumak arasında bir karar vermek zorundaydı. Defalarca istişare ettik, konuştuk ve teslim olduk.

Üç yıl önce evde kimse yokken üst katın musluklarından birisi patlayıp evi su basınca teslim olma süreci başlamıştı aslında. Günler boyu akan su, eve giderilemeyecek zararlar vermişti. Tamir edilemeyecek ve temizlenemeyecek eşyalar teker teker atıldı. Kitap yığınları, belgeler, hat ve ebru çerçeveleri, el işleri atıldı. Koliler dolusu evrakı bahçeye koyduğumuz küçük ördek sobanın içinde yaktık. Filiz Abla bir yıl önce kaybettiği eşine ait özel evrakı sobaya atarken yaşamıştı bu ikircikliği ilk defa. “ Ne yapıyorsun sen? ” demiştim. Ağlamaklı bir ses tonuyla cevap vermişti. “Hatırayla yaşanmıyor oğlum.”

Vazgeçtiği her hatıra bu kızcağızın yüzünü çiziktiriyordu sanki.

Bütün hayatımız hatıraydı oysa. Elimizi attığımız, ayağımızı bastığımız her şeyin artık hüzünden başka bir şey çağrıştırmayan hatıraları vardı. Yadigarların arasındaydık. Saklayıp kutsallık izafe etmiştik hepsine. Bu evde anlamı olmayan, öyküsü olmayan hiçbir şey yoktu.

Halkı yok olmuş bir prense aitti aslında bu ev. Besleney adlı Çerkes halkının prenslerinden Suatkerim’in oğlu Ethem, İstanbul’a küsüp eşiyle birlikte Silivri’ye geldiğinde yaptırmıştı binayı. Her tarafını zevkine göre işlemiş, kasabanın en güzel evini ve bahçesini kurmuştu. O bu evde birbirinden güzel iki kızı, eşi ve kocaman gözlüklü, sırtı iki büklüm yaşlı kayınvalidesiyle yaşardı. Ona ait görüntüler çocukluk hatıralarım arasında capcanlı durur. Evin önünden geçerken onun bahçedeki çardağın altında oturuyor olması ihtimaline karşı çekidüzen verirdik kendimize. Babaannem ne çok saygı duyardı ona. Ondan işittiği bilgilere ne çok kıymet verirdi.

Sırasıyla çekilip gitti herkes. Önce Münevver Teyze, ardından Haminne ve Ethem Hoca. Damat Talat Bey de lenf kanserinden ansızın terk edince dünyayı Filiz Abla ve oğlu sığmaz oldu koca binanın içine. Sinan’ın okulu bahanesiyle Caddebostan’a, büyük ablanın yanına gittiler ve evin kapısı kapandı. Bu arada yaşandı o su baskını felaketi. Kilitli kapılar ardına saklanan hatıralar bu felaketten sonra dökülüp ayıklandı.

Ben kasabaya dönmek zorunda kaldığımda anahtarları uzattılar bana. “ Senden başka kimseyi sokamayız o yadigarların arasına. Git ve evimizi şenlendir.”

Geldim ve şenlendirdim. Yaşlı kayısı ağacının altına kurulu geniş masanın etrafında yaz sefaları yaptık her akşam. Bahçedeki kirpi ile arkadaş olduk, kedilere kimsesizliklerini fark ettirmedik. Dostlarla toplandığımız masamız defalarca doldu boşaldı. Kah eski şarkılarla kah armonika sesiyle çınlattık geceyi.

Kızım ne çok yakıştı bu bahçeye, bahçenin en güzel çiçeğiydi o. Kirpilerle, kedilerle, karıncalarla, uğurböcekleriyle tanıştı. Tanıdığı her böceğin, her çiçeğin arkadaşı oldu.

Oğlum bu evde dünyaya merhaba dedi. Adını bu evde koyduk, doğumunu bu evde kutladık. Bu evde biz iki çocuklu bir aile olmanın kıvancını yaşadık.

Varlığı yaşamımızı güzelleştiren sevgili dedemiz bu evde bir şubat sabahı gözlerini yumdu hayata. Onu alıp ambulansa götürürken tıpkı Filiz ve Şükran Hanımlar gibi bizim için de bir makber olup çıktı bu ev.

Eylül’e kadar hatıralarımızı yanımıza alıp hemen yakındaki yeni evimize çekileceğiz. Sonra bir dozer gelip gözümüzün önünde yıkacak her şeyi, önce kalın duvarları, sarmaşık gülleriyle kaplı çardağı, su kuyusunu düzleyecek. Koca ıhlamur ağacı ve çamlar ağlayarak yıkılacak bir tarafa. Ethem Hoca’nın gençliği, iki hanımefendinin genç kızlık hatıraları, içinde altı kişinin yası tutulmuş, yüzlerce misafir ağırlamış odalar yıkılıp taşları bir tarafa taşınacak. Evin dört yanını kaplayan sarmaşıklarla birlikte bu ev hiç olmamış gibi yok olacak.

Bize kalan ise bir bitişe tanık olmanın hüznü ile zihnimizde kalan hatıralar olacak.

Evimizin Son Günleri

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön