Feza Ablasız Kasaba !

Kasaba böyle bir şey… İhsan Tevfik’in dediği gibi ‘kaba saba değil… ’ Kendi içinde pek ince, pek naif… eğer kasaba olmasa, koca bir şehrin kalabalığında nasıl bulurduk birbirimizi…

Hayatlar birbirine geçmiş kasabalarda, yüzler birbiri ile ilintili… Nefret de gözle görünür muhabbet gibi, ağaç gibi, martı gibi, deniz gibi… Hiçbir şey‘dideden nihanda’ değil…

Gözümüzün önündeydi hep. Geçtiğimiz yolda, oturduğumuz çay bahçesinde, senede birkaç kere bir araya geldiğimiz eğlencelerde… Hep gülümseyerek, hep affederek…

. . .

Şekerim… sen birbiriyle ilintili yüzlerin fotoğrafını çek…

Annenin, kardeşinin, benim…

Akşam uğrayacağım ofisine…

Şekerim, demlice bir çay koy bana…

babaannenin gümüş kaşığıyla karıştırıver.

. . .

Behiye babaanne, saraylı bir Ubıkh kızıydı. Doksanlı yılların başına kadar yaşadı. Saraydan çıktığında patates ağaçta mı yetişir yerde mi haberi yok… Hayat bir gam külhanı… Yıldız sarayı, Düzce’de bir eski ev… Yunanistan’daki sürgün yılları… Zihninde devr-i sabık’ın hatıraları…

Feza onun hatırasına bağlıydı. İstanbul’un ahir zamanına şahitlik etmiş bu saraylı ninenin kulağına fısıldadığı ihtişamlı zamanların masallarıyla büyüdü.

Büyükbaba Aslan Bey, Kaf Dağı’nın eteklerinde bir diyardan, adı unutulmuş Çerkesya’dan bir Besleney soylusuydu. Sımha derlerdi ailesine. Sımha ailesi sürgünde dünyanın dört bir yanına dağıldı. Çorum’da Sazdeğirmeni ve Düzce’de İstilli köyleri ailenin hayatta kalanlarına yurt oldu.

Sarayda yetişen Behiye Hanım’ı Sımha Aslan ile evlendirdiler. Feridun bu evliliğin çocuğuydu.

. . .

Aradığınız yerde bulursunuz insanları kasabalarda… hiç bırakmamışsınız gibi sizi yerli yerinde beklerler.

‘Hani bizim Aslan’ın denize düştüğü köşe var ya… İşte onun önündeki bankta… Şekerim sen Şuayip’e gel… bak bizim çocuklar da burada…’ Eğer orada yoksa, tanıyanlara sor…

‘Refik Abi! Gördünüz mü Feza’yı yakınlarda.’

‘Burada olacak yakınlarda, hep burada. Onun için bilgisayar aldım, onun için masa sandalye. Otursun oyalansın burada. Derneğe gelip giden…’

‘Feza Abla, derneğe gelip giden yok. Bir sen kaldın eski Çerkeslerden bir ben.’ ‘Şekerim… Ne güzel olurdu seninle bir ‘leperuj’ 1 yapmak… takatim olsa…’

‘Takatin mi yok, yoksa başını mı döndürüyorum.’

‘Abla…’

‘İyi misin abla…’

Ben onu kaldırırdım dansa, sıra bana geldiğinde. Küçük elleriyle tutardı kolumdan. Nazlı nazlı süzülürdü karşımda. Çabucak yorulurdu. ‘Başım dönüyor!’ derdi. Takılırdım ona. Ofisine uğrardım akşam olunca. Tavlada yenilecek olsam birine kızardı bana.

. . .

Refik Abi’nin söylediği yerde çıkıyor karşımıza. Hiç aranmamış gibi. Sarılıp, selamlaşıyor, halleşiyoruz. Hayat böyle bizim buralarda. Sen, ben, Refik, Önder…

Şekerim… sahi, akşama toplanalım mı? Yar kafenin orda…

Beraber üzülürüz, beraber seviniriz kasabalarda. Doğumların, düğünlerin, eğlencelerin sevincini paylaşırız… Rahmi Bıkmaz Amca’mızın vefatı nasıl da yakmıştı bizi. Sarılıp ağlamıştı bana karın altında.

‘Babam öldü! Babam öldü…’

Babası öleli otuz yıl olmuştu oysa. Ama hepimizin babasıydı Rahmi Amca. ‘Kızım’ derdi ona, ‘kızım… sen olmazsan bu işleri kotaramayız.’

Şad olsun ruhun Rahmi Baba…

vitamin dediğin light sigara…

kız yapma etme…

Sigara içilir mi büyüklerin yanında…

Haynapa…2

. . .

Haynapa’sı sigara içmekten ibaretti. Her zaman ölçülü bir Çerkes kızıydı. Dernek toplantılarında örnek kişiliğinden dolayı teşekkür ederdik ona.

Bir gün bir mesaj düştü mail kutuma…

‘Belirttiğim adreste oturan felanca çocuğa…

oyuncak, elbise…

bilirsin çok güveniyorum sana…

bu konularda… ‘

bir sır vereyim mi sana…

oyuncak bebeğimle yatıyorum hala…

yaşım elli oldu ama…

yataktan düşünce alır üstünü örterim…

Bilirsin biraz deliyim.

Aslan Bey, Ethem’in Kuvva-i Seyyaresindendi. Onunla birlikte terk etti Anadolu’yu. Bir müddet Midilli adasında yaşadı. Dedeleri gibi vatan için vuruşup sürgün yaşamış bu kahramanı arkadaşlarıyla birlikte devlet erkanı geri çağırdı. Döndü vatanına.

. . .

Kasabaların insanları vardır, yüzleri kasabadır, varlıkları sığınaktır. Kasaba onlarla güzeldir, kıyı onlarla aşina… Onlar yaşadıkça kasaba durur yerli yerinde. Onlarla hatırlanır, onlarla özlenir.

‘Şekerim, ağaç gibi olduk buralarda…’

‘Korsan’ın çay bahçesine mi gitsek, küpeşteye mi?’

‘Sen benim şarkıya başla…’

‘Karlı kayın ormanında…’

Karlı kayın ormanları olmaz kasabalarda… Yolların insanları var. Boyacı bayırının Feza’sı…
. . .

‘Ne yapıyorsun evde be abla.’

‘Oturuyoruz pasaklı Ayşe ile kızı gibi. Annem yanımda… Baksana, sana gelelim bir akşam çaya…

Balkonların insanları ve saksıları var… Yaşlıları hiç genç olmamış gibi kasabaların, çocukları hiç büyümeyecek gibi…

‘Aaa kocaman olmuş oğlan görmeyeli…’

‘Aman şekerim bir de bana sor ! Ben beni bildim bileli böyle bir yer elması… ‘

Oturduğunuz yerde rastlarsınız onlarla ve şaşırmazsınız. Hep oradadır sanki, hep orada oturur, hep orada durur. Hiçbir yere gitmeyecektir, hiçbir yere gitmeyecektir.

. . .

Aslan Bey’in oğlu Feridun’u Piri Paşa Camii’nin eski imamı Ethem Hoca, Silivri eşrafından bir kızla evlendirdi. Feridun, eşini alıp görev sebebiyle Anadolu’ya gitmişti. Dört çocuk sahibi iken aniden terk etmişti dünyayı. Feza bir okul dönüşü öğrenmişti babasının gittiğini. Ağlamıştı, ağlamıştı… Hani bir yere gitmeyecektin diye…

Yıllar sona babasının çocukluk arkadaşını çıkarmıştı kader benim karşıma. İstillili Ormancı Basri, gözyaşları içinde yarı Türkçe yarı Çerkesçe anıyordu Feridun’u. Taa Düzce’den kalkıp Feza’yı görmeye geldi Silivri’ye. Koluna girip ofise çıkarırken Feza tırabzana dayanmış bakıyordu bize dolu gözleriyle.

‘Feza Abla ! Bu Düzceden Basri Amca… Babanın çocukluk arkadaşı… Bak onu getirdim sana… Küçük bir hediyesi var ama… Babanın çocukluk fotoğrafı… Yetmiş yıl sonra….’ .

. . .

Affet beni… bir sürü ölüm ahiret konulu kitap göndermişler sana. Veremedim… koktum, hayata tutunan küçük ellerini bırakırsın diye. Affet beni…

. . .

‘Basri Amca, iyi değil Feza Abla… Doktor tıp buraya kadar dedi. Tıbbın bıraktığı yerden senin duanla… İyi olsun, iyi olsun…’

. . .

Nereye gidiyorsun Feza Abla… Saçlarını iki yana bağlamışlar yaramaz kızlar gibi. On gündür tembel tembel uyuyorsun… zaten bayılırsın yan gelip yatmaya…

‘Refik Abi, haber var mı Feza Abla’dan…’

. . .

Varlığı Silivri’ydi. Kıyıdaki palmiyeler gibi, Boşnak yarlarındaki aylandızlar gibi. Nicelerinin ablası nicelerinin kardeşiydi. Uzun zamandır onu kaybetmenin korkusuyla eli yüreğinde olan bizler duyduk ki uçup gitmiş… Ne eşi oldu ne çocuğu… dünyaya geldiğinde kalbi delikti. Bugün yarın derken elli iki sene varlığıyla dostlarını mutlu etti. Sonra saçlarını iki yanından toplayıp bağladılar küçük bir kız gibi. Bir hafta boyunca ölmemek için direndi.

Aslan Bey… Torunun artık senin yanında, biz onsuzuz. Yüzünü görmediğim Feridun Amca, hani sen onu bırakıp gitmiştin o küçük bir çocukken… Çanakkale Çan’da… Aynı o şekilde bırakıverdi bizi kızın… Ben de dans etmeyi bıraktıydım nicedir. Oynamayacağım bundan sonra…

‘Şekerim… Ölüp gidilir mi bu yaşta, fotoğrafı alınacak bunca kedi, bunca yaşlı, bunca kahve fincanı, bunca çocuk varken… aşk olsun sana… ‘

Feza Ablasız Kasaba !
  1. Çerkes dansı
  2. Çerkesçe Ayıp

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön